
Mehmet Çardak ve Kitapları
Mehmet ÇARDAK (Ankara, 1973)
1952 yılında Lazkiye’de (Şeren köyü) doğdu. 1973 yılında Ankara Maliye Okulu’ndan mezun oldu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni bitirdi.
1973 yılından itibaren Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nde Raportör ve Gümrük Teşkilatı’nda merkezi denetim elemanı olarak görev yaptı. Gümrük Kontrolörlüğü görevi nedeniyle, Türk gümrüklerlinde çeşitli incelemeler, araştırmalar ve soruşturmalar yürüttü ve sonuçlandırdı. Gümrük Çarkı’nın işleyişindeki yanlışlıkları tespite; siyasetçi, işadamı ve gümrükçü eksenindeki ‘kirli’ ilişkileri belgelemeye çalıştı.
Almanya ve Romanya’da geçici görevlerde bulundu. 1980’den itibaren mesleki konulardaki yazıları; Maliye, Gümrük Dünyası, Tahtakale Business Life, Danışman ve Hedef Dergileri’nde ve çeşitli gazetelerde yayımlandı. İlk yapıtı olan’Türkiye’mden Gümrük Manzaraları’ Evrim Yayınları tarafından 2008’de yayımlandı.
1999 yılından beri kamu emeklisi olarak; Gümrük Müşaviri, Gümrük ve Dış Ticaret Danışmanı, Yeminli Bilirkişi, Öğretim Görevlisi ve Araştırmacı-Yazar sıfatı ile mesleki ve sosyal-kültürel faaliyetlerini sürdürmektedir.
Mehmet Çardak’ın kitapları hakkında tanıtım yazıları
Türkiyemden Gümrük Manzaraları
Son 40 yıllık kısa Gümrük tarihinde, Başbakan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Turgut Özal yöneti-mindeki Türkiyede; gümrükler düzeltilememiş, gümrük-ler delik deşik edilmiş ve ülkenin namusu kirletilmişti.
Gelmiş geçmiş hangi iktidar döneminde olursa olsun, gümrüklerde yolsuzluklar, hırsızlıklar, üçkâğıtlar, usulsüzlükler ve kaçakçılık çeşitlenerek artmış; ekonominin ahlakı bozulmuş ve gümrüklerde rüşvet tarifeli hale gelmişti. Rüşvet verilirse gümrükler hızlı çalışmış, rüşvet alınmadığı zaman gümrük işleri aksatılmıştı. Türkiye, birilerinin cebi için sermaye yapılmış; kayıtsız ekonomi rüşvetle pompalanmış ve gümrükçüler bu tür hastalıklardan kurtulamamıştı.
Türkiye Temiz Toplum yaratamamıştı!
Türk Gümrükçülerin 100 Yıllık Serüveni
Emekli Gümrük Başkontrolörü Mehmet Çardak’ın Türk Gümrükçülerinin 1900-2000 yıllarını kapsayan dönemde yaşadıklarını anlatan kitabı Evrim Yayınevinden çıktı.
“Türk Gümrükçülerinin 100 Yıllık Serüveni” adlı kitabıyla gündeme yeniden damgasını vurmaya hazırlanan Çardak, 100 yıllık gümrük geçmişini belgeleriyle gün ışığına çıkarıyor.
Eski Gümrük Başkontrolörü, Gümrük Müşaviri, Gümrük ve Dış Ticaret Danışmanı, Yeminli Bilirkişi ve Araştırmacı-Yazar Mehmet Çardak, “Türk Gümrük Kanunu’nda 5911 Sayılı Kanun İle Yapılan Yeni Düzenlemeler Yüzünden Gümrükler Kevgire Dönecek” dedi.
“Türk Gümrükçülerinin 100 Yıllık Serüveni” adlı kitabıyla gündeme yeniden damgasını vurmaya hazırlanan Gümrük Müşaviri Mehmet Çardak, kitabında 1909-2009 yılları arasında gümrüklerle ilgili 100 yıllık geçmişi belgeleriyle gün ışığına çıkarıyor.
7 Eylül 2009 tarihinde yürürlüğe girecek 5911 sayılı Kanun ile halen yürürlükte bulunan 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nda önemli değişiklerin yapıldığını Gümrük Müşavirlerine rakip olacak yeni ‘gümrükçü’ tiplerinin yaratıldığını ifade eden Çardak, “ Gümrükler bir ülkenin namusu ve ekonominin ahlâkıdır. Gümrüklerini zapturapt altına alamayan devletlerin bağımsızlığından asla söz edilemez! Nitekim bundan tam 100 yıl önce, Osmanlı Devleti kapitülasyonlar yüzünden dış borç batağına saplanmış, gümrük gelirleri Düyun-u Umumiye İdaresi’ne devredilmişti. Bu durumun sonucu olarak da Osmanlı’nın Hazinesi iflâs etmişti. Çünkü Osmanlı Devleti’nde gümrüklerdeki ithalat, ihracat ve sair gümrük işleri Ermeniler, Rumlar ve Museviler tarafından takip ediliyor ve sonuçlandırılıyordu. Osmanlılar, dış ticaret işlerini ve gümrükleri kontrol edemiyorlardı. Ancak İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yönetime gelen İttihat ve Terakki’nin izlediği milliyetçi politikalar doğrultusunda, Osmanlı Devleti’nin dış politikası Alman yanlısı bir çizgiye yönelirken; ideolojik alanda ‘Türkçülük’ ve dilde de sadeleşme ve ‘Türkçeleştirme’ çalışmaları başlatılmıştı. Ayrıca gayrimüslim azınlıkları ekonomik yaşamdan silmeyi hedefleyen ‘Milli İktisat Politikası’ benimsenmiş ve kapitülasyonlar tek taraflı olarak feshedilmişti.
Bu politik ve ideolojik gelişmelerin yanı sıra, gümrükler ve gümrüklerde iş takipleri ile ilgili olarak hukuki düzenlemeler yapılmak üzere çalışmalar da başlatılmıştı. İkinci Meşrutiyet Hükümeti tarafından 1909 yılının ilk aylarında hazırlanan ve kararlaştırılan ‘Gümrük Komisyoncuları Talimatnamesi’ 01 Temmuz 1909 tarihinde yürürlüğe konulmuştu. Bu ilk Talimatname ile Gümrük Komisyoncularının statüleri tespit edilirken, görevleri ve mükellefiyetleri ile denetlenmelerine ilişkin usul ve şekil şartları da düzenlenmişti.
İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde ayrıca, gayrimüslim azınlıkları ekonomik yaşamdan silmeyi hedefleyen Milli İktisat Politikası’nın benimsenmesinin ve 1914’te de kapitülasyonların tek taraflı olarak feshedilmesinin sonucu olarak; Gümrük Komisyonculuğu mesleği, Osmanlı’nın içinde bulunduğu iktisadi, ticari ve mali krizden kurtuluşun bir aracı olarak keşfedilmiş ve değerlendirilmişti.
Çünkü kapitülasyonlar yüzünden dış borç batağına saplanan ve Düyun-u Umumiye aracılığıyla dış ticarete dayalı bütün gümrük gelirlerine yabanı devletler tarafından el konulan Osmanlı Devleti’nin; milli ekonomisini ve maliyesini düzeltebilmek için, dış ticaretine ve gümrük gelirlerine sahip çıkmaktan başka çaresi de kalmamıştı.
Böylelikle İkinci Meşrutiyet’in ilanından itibaren gümrükler ve gümrük komisyoncuları ile ilgili olarak yapılan hukuki düzenlemeler ve alınan kararlar seri bir şekilde yürürlüğe konulmuştu. Zaten ecnebilere olan dış borçları yüzünden iflâs eden Osmanlı Devleti’nin, 20’nci yüzyılın ilk yıllarından itibaren ve son dağılma döneminde; gümrüklerine çekidüzen vermekten, gümrük rejimini yeniden düzenlemekten ve gümrük gelirlerini artırmaktan; gümrüklerdeki iş takiplerini Türk olan, Türkçe okuyan ve yazan gümrük komisyoncularına gördürmekten başka yapabileceği herhangi bir şeyde kalmamıştı.
Cumhuriyet’in Gümrük Komisyoncuları
Bağımsız Türk Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 1929’da ilânının hemen ardından, yeni Türk Devleti’nin gümrük işlerini ve gümrüklerde iş takiplerini ülkenin ve milletin ihtiyaçlarına göre düzenlemek için derhal harekete geçilmiş ve 01 Temmuz 1909 tarihinde uygulamaya konulan Gümrük Komisyoncuları Talimatnamesi öncelikli olarak hükümetin gündemine alınmıştı.
Bağımsız Cumhuriyet’in ilânından tam 2 ay 17 gün sonra, M. Kemal Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenlenen 16 Ocak 1924 tarihli ve 168 sayılı ‘Gümrük Komisyoncuları Kararnamesi’ yürürlüğe konulmuştu. Yeni Türk Cumhuriyeti’nin gümrüklerinde iş takip edebilecek Gümrük Komisyoncularının Türk olması, Türkçeyi layıkıyla söylemesi ve yazması şarttı. Ayrıca Türk Gümrük Komisyoncusu olacakların iktisadi, ticari ve mali konulardan yapılacak sınavda başarılı olmaları da gerekiyordu.
İlk Gümrük Komisyoncuları Kanunu
Bağımsız Türk Cumhuriyeti’nin, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma amacını güden inkılâpçı yöneticilerince; genç Cumhuriyet’in ilk aylarında yürürlüğe konulan 168 sayılı Gümrük Komisyoncuları Kararnamesi’nin yetersizliği ise kısa sürede anlaşılmıştı. Kambiyo ve borsa işlerinin, deniz ticaretinin ve dış ticaret işlerinin düzeltilmesi için gümrük işlemlerinin ve gümrüklerde iş takiplerinin yeniden düzenlenmesi gerekmişti. Bu sebeple de, yabancı memleketlerden Türkiye’ye gelen veya Türkiye’den yabancı memleketlere giden ticari eşyanın gümrüğe ilişkin işlemlerinin devletin ve milletlin ihtiyaçlarına göre takip edilmesinde ve sonuçlandırılmasında zaruret vardı. Bu amaçlar doğrultusunda ve gümrük işlemlerinin önemine binaen Gümrük Komisyoncularının biran önce kanuni statüye kavuşturulması yönünde hazırlık çalışmalarına başlanmıştı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 19 Haziran 1927 tarihinde kabul edilen 1093 sayılı Gümrük Komisyoncuları Kanunu 01 Eylül 1927 tarihinde yürürlüğe girmişti. Bu Kanun aynı zamanda ilk Gümrük Komisyoncuları Kanunu olma özelliğini de taşıyordu. Bu Kanun ile ayrıca Türk Gümrük Komisyoncularının, komisyonculuktan başka bir ticaretle meşgul olmaları da yasaklanmıştı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde ve ABD ile Avrupa Birliği (AB) yolunda ilerleyen Türkiye’de; Gümrük Komisyoncuları 2 Mayıs 1949 tarihli ve 5383 sayılı Gümrük Kanunu kapsamına alınmıştı. 1972 yılında yürürlüğe giren 1615 sayılı Gümrük Kanunu ile statüleri yeniden belirlenen Gümrük Komisyoncularının; AB uyum yasaları çerçevesinde 5 Şubat 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4458 sayılı Gümrük Kanunu ile unvanları ‘Gümrük Müşaviri’ olarak değiştirilmiş; cezai ve mali sorumlulukları artırılmıştı. Bu Kanunu’nun geçici 6. maddesi ile Gümrük Müşavirlerinin, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak ve ‘oda’ çatısı altında örgütlenmeleri de öngörülmüştü. Ancak, AK Parti iktidarı döneminde, gerek Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve gerek Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı ve Başbakan R. Tayyip Erdoğan tarafından ‘Oda Yasası’ sözü verilmesine karşın, siyasilerce verilen sözlerin gereği yerine getirilmemesi nedeniyle Gümrük Müşavirleri 2002’den beri ‘Oda’sız bırakılmıştı.
Bundan tam 100 yıl önce, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde Talimatname ile ihdas edilen, son yıllarda Türkiye’nin 300 milyar doları aşan dış ticaret hacminin en az %90’ının gümrük işlerini takip ederek sonuçlandıran ve küresel ekonomik krizden en çok etkilenen Gümrük Müşavirlerinin çoğu işinin en az %40-50’sini kaybederken, bazıları da işyerlerinin kapılarına kilit vurmak zorunda kalmışlardı. Daha da önemlisi, Gümrük Müşavirleri 2009 yılında statü, örgütlenme ve ekonomik sorunlar ile boğuşurken, bir de AK Parti iktidarınca Meclis’te kabul edilen 18 Haziran 2009 tarihli ve 5911 sayılı Kanun ile zor ve kritik bir dönemece girmişlerdi. Çünkü 7 Eylül 2009 tarihinde yürürlüğe girecek 5911 sayılı Kanun ile halen yürürlükte bulunan 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nda önemli değişikler yapılmış ve Gümrük Müşavirlerine rakip olacak yeni ‘gümrükçü’ tipleri yaratılmıştı. Dolayısıyla da Türk Gümrük Müşavirlerinin işine de aşına da kanun ile el atılmıştı.
Çünkü 5911 sayılı Kanun ile gümrük işleri ile ilgili olarak tespit ve takip veya güvenlik kontrolü işlerini yürütecek yeni statüler belirlenmiş ve hızlı kargo şirketlerine eşyanın gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması faaliyetlerini dolaylı temsilci sıfatı ile gümrüklerde takip ederek sonuçlandırma yetkisi verilmişti. Ayrıca kara, deniz ve havayolu işletmeleri ile nakliye kuruluşları temsilcilerine taşıdıkları eşyanın transit işlemlerini doğrudan temsilci yolu ile takip edebileceklerdi. Yine Yetkilendirilmiş Yükümlüler, kolaylaştırılmış emniyet ve güvenlik kontrollerinden veya gümrük mevzuatınca öngörülen basitleştirilmiş uygulamalardan faydalanabileceklerdi. Zaten bugüne kadar hiçbir iktidar döneminde zapturapt altına alınamayan ve yolgeçen hanına dönen gümrüklerde bundan böyle ‘doğrudan’ veya ‘dolaylı’ temsilci sıfatı ile Türk gümrüklerinde;
Eşya sahipleri ile bunlar adına hareket eden doğrudan temsilciler,
Eşya sahipleri adına dolaylı temsilci sıfatı ile Gümrük Müşavirleri,
Posta İdaresi personeli,
Hızlı kargo şirketlerinin temsilcileri,
Devlet, belediye, il özel idareleri ile diğer kamu tüzel kişiliklerinin amir ve memurları,
Kara, deniz ve havayolu işletmeleri ile nakliye kuruluşlarının temsilcileri,
Yetkilendirilmiş Gümrük Müşavirleri,
Yetkilendirilmiş Yükümlüler,
‘Gümrükçü’ sıfatı boy gösterecekler ve iş kovalayacaklardı. Bu kadar çeşitli görev ve yetkilerle donatılmış kişilerin gümrüklerde her ne ad altında olursa olsun iş takip etmeleri ve sonuçlandırmaları sonunda; gümrüklerin kontrol altında tutulması ve zapturapt altına alınması asla mümkün olamayacaktı. Eylül ayından itibaren bu kadar değişik kimlikli iş takipçilerinin hücumuna uğrayacak olan Türk gümrükleri, muhtemelen delik-deşik olacak ve kevgire dönecekti. Kim ne derse desin, kevgire dönecek gümrüklerde ülkenin namusu kirletildikçe ve ekonominin ahlâkı bozuldukça, 1965 yılından buyana gümrüklerde meydana gelen yolsuzluk ve rüşvet olayları daha da artacak; ileride yaşanacak kaçakçılık, vurgun, soygun ve hırsızlık gibi hastalıkların zararı elbette ki ‘Türk Toplumu’na yazılacaktı.
ABD ve Avrupa Birliği yollarında hızla ilerlerken, ancak mevcut denetim sistemi ile kayıt dışı ekonomi ve kaçakçılıkla mücadelede bir türlü ilerleme kaydedemeyen Türkiye; çokuluslu kargo şirketleri ile kara, deniz ve havayolu işletmelerinin ve uluslararası nakliye kuruluşlarının güdümünde çok geçmeden ‘kaçakçı Cenneti’ne dönüşecek ve birilerinin cebi için ‘sermaye’ olacaktı.
Elbette ki ne olacaksa Türkiye’ye ve Türk vatandaşlarına olacaktı!